Barışı Öğretmeye Çalışmak Neden Şiddet İçeren bir Girişimdir?

Yasin Bulat
4 min readOct 24, 2023

--

Son 30 yılda etrafındaki 15 savaşın, ekonomik krizlerin ve darbelerin etkilerini şöyle ya da böyle hissetmiş Türkiye’de yaşayan bir genç, öğretmen ve gençlik çalışanı olarak barış hakkında düşünmek için oldukça “fırsatım” ve sorumluluğum oldu. Bu yazıyla birlikte barışı öğretmeye çalışmanın neden barışa ters olduğunu anlatmaya çalışacağım, bu öğretme çabasının doğası gereği şiddet içerdiğini savunmaya cüret edeceğim ve her şeye rağmen barışı inşa eden, koruyan ve şekillendiren bizlerin daha barışcıl bir “…” için nasıl sorumluluklarımız olduğundan -bu sorumluluklarımızda nasıl çuvalladığımızı da ihmal etmeyerek- bahsedeceğim.

Eğitim fakültelerinin ilk senesinde sunulan neredeyse tüm dersler eğitimin, dolayısıyla eğitmenin ne olduğunu ve bu süreçten kimin sorumlu olduğu hakkındaki teoriler ile başlar. Burada, eğitimin insanlaşma olduğu, eğitimin toplumlaşma olduğu tartışılır; eğitim olmazsa tam insan olup olamayacağımız soruları sorulur; ilk eğitmenlere ve sokratik metoda göz kırpılarak ilk ders biter (Eğitim Felsefesi okumak isterseniz Nel Noddings’in Stanford’da ders verirken kullandığı ve kendi yazdığı Eğitim Felsefesi kitabı güzel bir başlangıç olacaktır). Eğer dersi işleyen öğretim görevlisi Eleştirel Eğitim dersi almış ya da vermişse insanlığa, dolaylı yoldan istendik sonuçlara kimin karar verdiğini sorabilir. Eğitimi anlamaya bu kadar geniş ve özgür şekilde başlayan öğretmen adayları, dersler geçtikçe; tanık olduğumuz sıralarda oturmaya devam ettikçe, öğretmen kimlikleri kendi okul hayatlarından getirdikleri tecrübeler ve öğrendikleri gerçeklikler ile yontulur. Bu yontulmuş kimlik (bkz. educare), eğitimin açık ve gizli işlevlerini anlamış, öğrencisiyle arasındaki statü farkını kurmayı öğrenerek sınıftaki hiyerarşide yerini bulmuş ve sınıfta yapılacak/ yapılması gereken şeyleri yapmaya hazır hale gelmiştir. Felsefi bir sorgulama olarak başlayan eğitim hikayesi, öğretmenin yontulmuş kimliğinde öğretim programının ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nun kırmızı çizgileri içerisinde bir öğretme pratiğine indirgenmiştir.

Bu kırmızı çizgiler içerisinde gerçekleşen eğitim hikayesinin yazarları merkezileştirilmiş eğitim sistemlerine sahip olan tüm devletler ve topluluklarda aynıdır. Uzun yıllar önce yazılmış bir toplum sözleşmesi (bkz. Anayasa) her şeyi var ettiği gibi eğitimi de üzerinde durduğu sütunları oluşturarak var eder. Bu sütunlar (bkz. 1739, Milli Eğitim Temel Kanunu), bir öğretmenin, okulların ve öğrencilerin nasıl davranması gerektiğini, nelere bilmesinin yeterli olacağını, nelerden uzak tutulmasının kendi iyiliği için olduğunu dikte eder. Dikte edilenler doğrultusunda yapılanmalar oluşur, eğitim ve öğretim programları oluşturulur, öğretmenler ve öğrenciler eğitilir ve düzenli olarak denetlenir. Öğretmenlerin yontulmuş kimlikleri denetleme işlemini hem kendilerine hem de öğrencilere yönelik gerçekleştirir.

Dikkatten kaçmaması gereken önemli bir nokta buraya kadar olan süreçteki katılımdır. Türk millî eğitim sistemini geliştirmek, niteliğini yükseltmek için toplanan ve tavsiye niteliğinde kararlar alan Milli Eğitim Şurası, yazarların eğitimin paydaşları ile toplandığı en üst makamdır. Milli Eğitim Şurasının şekli, davetlileri, amacı, y/etkinliği ülkenin güncel durumunu yansıtır nitelikte değişiklik göstermektedir. Bu değişkenleri düzenleyen mevzuata göre bir zamanlar seçimle gelen üyeler (bkz. eğitim fakültesi dekanları, emekli öğretmenler, halk eğitim merkezi yöneticileri ) güncel mevzuatta bakanın davetine tabiidir. Ayrıca, daha öncesinde çeşitli yerel mekanizmalar tarafından belirlenerek bakanın onayına sunulan üyeler artık genel sekreter tarafından seçilerek bakanın onayına davet için sunulmaktadır. Davetlilerin tam listesi ve Milli Eğitim Şura kararları açık kaynak olarak erişime açıktır.

Bunca yontulmuş kimlik, otosansür, merkeziyetçi güç anlayışı ve diyalog yoksunluğu karşısında barış temelli ve barışı amaçlayan bir öğretimin imkansızlığı apaçık ortadadır. Buna rağmen, kendisiyle ve toplumuyla barışmış bir eğitim anlayışının mümkünlüğü defalarca kez gözler önüne serilmiştir. Sosyal yapılandırıcı anlayışın öğretim programlarımızda yer almaya başlamasıyla birlikte öğretmen ve öğrencinin rollerinde değişiklikler gerçekleşmiştir. Sosyal yapılandırıcı bakış açısıyla yeni tanışan ve henüz yüzmeyi bilmeyen öğretmen ve öğrenciler bu değişiklikler karşısında kimlik karmaşası yaşadıkları için istenenden çok daha geç yaşansa da sosyal yapılandırıcı sistem sayesinde öğretmen ve öğrenci kimliği temelden sarsılmıştır. Bilginin temel kaynağı olarak öğretmen kimliği ve bilgiyi yutup zamanı geldiğinde tüküren öğrenci kimliği bu paradigmaya uymadığı için yapmaya/üretmeye yönelik ders kitapları öğretmenleri, her şey internetten öğrenilebildiği yeni bir anlam arayan okullar da öğrencileri farklı yönlere zorlamıştır. Yine, alternatif eğitim ve okullaşma yolları bu imkansızlığa meydan okumanın sonuçlarındandır. Çeşitli şekillerde, informal (bkz. öğrenme çemberleri) ve formal (bkz. dershaneler) yapıların altında; asenkron (bkz. MOOC) ve senkron (bkz. Co-hort tabanlı kurslar) olarak; özel kurumlar (bkz. Kurs platftormları) veya sivil toplum tarafından (bkz. dernek ve vakıflar); kar amacı güderek (bkz. eğitim kooperatifleri) ya da gütmeden (bkz. Erasmus+) sunulan alternatif eğitimler eğitimin ve öğrenmenin monopolize edilemeyeceğinin farklı kanıtlarıdır. Farklı bir noktadan, okulların yönetimini -yakın gelecekte her şeyi- ellerine almak isteyen öğrenciler -öğrenci merkezli olmaya zorlanan- okullarını öğrenci konseylerini kullanarak dize getirmek istemektedir. Öğrenci konseyleri, göstermelik başkanlıklar ve okulların gündelik yönetiminde kullandıkları danışma kurullarından demokrasi okullarına (bkz. tüm okul yapılanması ve eğitim programlarının öğrenci, veli ve yerel paydaşlardan oluşan yetkili karar merciine sahip okullar) kadar geniş bir izgede vuku bulur.

Sonuç olarak, Eğitimin tüm paydaşları tarafından deneyimlenen şekliyle eğitim, felsefi sorgulamalar yerine kırmızı çizgiler ve merkezi kontrolle kuşatılmış standartlaşmış bir sistemdir. Bu katı yapı, barış odaklı bir eğitim arayışını engellemiş, öğretmenleri çoğu zaman önceden belirlenmiş müfredatın uygulayıcıları rolüne indirgemiş ve diyalog potansiyelini sınırlamıştır. Buna rağmen, sosyal yapılandırmacı yaklaşımların, alternatif öğrenme yöntemlerinin ve daha demokratik okullar için çabalayanların ortaya koyduğu gibi barışa dayalı bir eğitim olasılığı hala açıktır. Bunu başarabilmek için merkeziyetçilikten uzaklaşmayı, paydaşlar arasında işbirliğini teşvik etmeyi ve normlara meydan okumayı taahhüt etmeliyiz.

--

--

Yasin Bulat

Birçok genç gibi, ben de hayatımı kurmaya çalışırken oradan oraya koşuyorum. Bu durmaz çabalarımdan öğrendiklerimi yazarak yaşadıklarımı çözümlemek istiyorum.